Miladın 2022 inci yılında Bursa İstanbul Seyahati

Değerli dostumuz, sevgili eski belediye başkanı Erdem Saker sık sık eski İstanbul resimleri paylaşır ve ben bu İstanbul’da yaşadım der. 

Onun yazdıklarını, yayınladığı resimleri dikkatle inceler, okurum.

Ama şunu söyleyeyim ki ben de o eski İstanbul’u yaşadım. Talebeliğimde. 

O eski İstanbul’u bir de benim gözümle yazacağım.

Sevgili başkanımızın paylaştıklarından pek farklı olacağını zannetmiyorum. 

Ama, geçen hafta bir İstanbul seyahatim var ki, evlere şenlik. Önce yolculuktan ve sonra da o 3 günlük İstanbul macerasından bahsedelim. Eski İstanbul anılarını daha sonraki yazılara bırakalım diyorum. 

Anılarımda Sait Halim Paşadan ve torunundan bahsetmiştim. Aylar önceden hazırlığı yapılan bir düğün davetiyesi aldık. Çok sevdiğimiz yakın bir arkadaşımızın, elimizde büyümüş kızı evleniyordu.

Düğün Sait Halim Paşa yalısında olacaktı.

Boğazda. Ne büyük mutluluk.

Boğaziçi şen gönüller yatağı diye bir şarkı hemen aklıma geldi.

Alaattin Yavaşça’nın bu güzel şarkısının sözlerini  burada paylaşmadan edemeyeceğim. 

"Boğaziçi, şen gönüller yatağı
Her bucağı âşıkların otağı
Yamaçları sanki cennetin bağrı
Mehtâbı hoş, güneşi hoş günü hoş
Boğaziçi herkesi eder sarhoş

Pırıltılar oynaşırken sularda
Ötüşürler martılar kuytularda
Tarabya'da, Bebek'te Üsküdar'da
Mehtâbı hoş, güneşi hoş günü hoş
Boğaziçi herkesi eder sarhoş

Gönüllerin kaynaştığı beldesin
Lâledesin, sümbüldesin güldesin
Rûha dolan aşkınla bestemdesin
Mehtâbı hoş, güneşi hoş günü hoş
Boğaziçi herkesi eder sarhoş"

 

Boğaziçi hala bu şarkıdaki Boğaziçi mi, üzerinde düşünülür.

Bu şarkıyı dinlerken veya sözlerini okurken kesinlikle eski İstanbul resimleri, geceleri hemen aklımıza geliyor değil mi?

Her zaman kaldığımız bir otelde aylar öncesinden yer ayırtmıştık. Sırası gelince otel macerası veya başımıza gelenler yazımıza girecek. 

Sait Halim Paşa yalısının birkaç  resmini  paylaşayım da yazıya öyle devam edeyim. 

Gördüğünüz gibi çok güzel, çok görkemli bir bina ve her şeyi ile bir sanat eseri. 

1970'li yıllarda Sait Halim Paşanın torunu Prens Sait Halim’in bu güzel ve muazzam yalıyı miras olarak alma mücadelesine tanık olmuştum.

Burada birkaç resmini gördüğünüz bu yalı hakikaten çok güzel ve sanat eseri. 

Böyle bir yerdeki düğüne de araba ile gitmek şart. Gerçi İstanbul’da araba kullanmak bir dert de olsa, sonuçta otelden Yalıya gidecek ve düğün bitince de nasıl olsa döneceğiz.

Değil mi? Basit bir olay.

Bekleyin basit bir olay.

Kazın ayağı öyle değil işte. Göreceksiniz siz düğünü, o güzellikleri ve şahane(!) İstanbul trafiğini. 

Arabamızla yola çıktık. Osmangazi köprüsünden geçtik. 15 Temmuz Şehitler Köprüsünü aştık, (bir saat 40 dakika) sonra Maçka’daki otelimizin otoparkında idik. Çok rahat bir yolculuk oldu. Yolculuk rahattı da otele girdiğimiz ve resepsiyonla konuştuğumuz an tepemizden aşağıya bir kazan kaynar su indi sanki. 

Otel fiyatı, anlaştığımız günkü fiyatın 3 (üç) misli artmıştı. Çok sevinmedik de çok sinirlendik. Al takke ver külah, daha küçük bir odaya geçtik. Aylar önce anlaştığımız otel fiyatının %50 fazlasına, süit oda yerine normal bir odaya geçtik vesselaaam. 

İstanbul’a gidince Eminönü’ndeki Kurukahveci Mehmet Efendiye  ve Ali Muhittin Hacı Bekir şekercisine uğramadan olmaz dedik. Dedik ama Maçka’dan Eminönü’ne ne dolmuş, ne taksi ve ne de otobüs var.

Yani yok. Yok. Yok. Büyük uğraşlar ve yorgunluktan sonra Eminönü’ne vardık.

Önce Konyalı'da bir yemek yiyelim dedik ki Konyalı kapanmış. İlk hayal kırıklığı. 

Kurukahveci Mehmet Efendide kuyruk çok uzun. Beklemekten yorulduk. O koşuşturmada Ali Muhittin Hacı Bekir şekercisine uğramayı unuttuk.

Kendinize gelin dedik kendimize, hemen otelinize gidin dinlenin. Yaşınız Kemale ermiş, artık 20 yaşında değilsiniz. Biraz yaşınıza göre hareket edin. Sizin yaşınızdakilerin daha çok dinlenmesi gerek dedik. Uzun uğraşlardan sonra Maçka’daki otelimize geri döndük. 

Bu arada, o güzelim İstanbul’un taksileri ve taksicileri çok kötü olmuş, hiç de güzel değiller.

Onu öğrendik. Gazetelerde okuyorduk da inanamıyorduk. İnanın, taksiciler suratınıza bakmıyor. Adam orada taksi ile boş duruyor ve siz Eminönü’nden Maçka’ya gitmek için taksi baktığınızda doğrudan doğruya arkalarını dönüyor, size cevap vermiyor veya gitmiyoruz diyorlar. 

O geceyi korkunç bir yorgunluk ve sinirle başlayan bir uyku ile geçirdik. Ertesi sabah Beşiktaş’a bir gittik geldik. Hanımın devreye girmesi ile bir taksi bulabildik. 

Güzel İstanbul’un en güzel yerindeki düğüne hazırlanmaya başladık. Düğün kokteylle başlıyor. Saat 18,30'da. Biraz erken çıktık. Buna rağmen 45 dakika ile bir saat arasında bir sürede Maçka’dan Sait Halim Paşa yalısına ulaşabildik. İyi bir zamanlama yapmışız. Sadece 5 dakika geç kalmıştık. 

Çok güzel bir nikah töreni oldu. Gelin çok güzel,  damat da çok yakışıklı idi. Her ikisi de mutluluktan uçuyorlardı. Nerede ise boğazın rüzgarına kapılıp havalanacaklardı. Gelinimiz, hem bir üniversitede öğretim görevlisi, hem de güzel resim yapan ve resimlerini satan bir sanatkar, damadın ailesi armatör yani birkaç gemicikleri var. (Gelinin babası ile epeyce dalga geçtim, gemicik lafı ile)

Düğüne katılanlar ya meşhur armatörler veya hepimizin tanıdığı profesörler. Hakikaten bu mekanda bulunabilecek ve yabancılık çekmeyecek insanlar, Türkiye’nin kaymak tabakası diyebilirim. Dört dörtlük bir düğün oldu. 

Düğün devam ederken ne olur ne olmaz, İstanbul trafiğini gördük. Biraz erken kalkalım. Erken kalkan erken yol alır dedik. Müsaade istedik. Geri dönerken de artık yolu biliyoruz ya, navigasyon efendiye bir şey sormadık. Bir de sahil yolunun gece manzarasına görelim dedik.

Gördük (!)  sahil yolunu……..

O nasıl trafik öyle.

Sarıyer’den Maçka’ya tam 3,5 saatte gelebildik.

Bir daha mı, yok kardeşim, beni Boğaziçi’nde düğüne davet etmeyin. Boğaziçi şen gönüller yatağı ama İstanbul trafiği o şen gönülleri ağlatıyor.  Ne yapacağını bilemeyen sarhoşlara benzetiyor. 

Gece otele varır varmaz, derhal ama derhal uyku ve sabah kalkar kalkmaz da arkamızdan kovalayan varmış gibi sevgili Bursa’mıza dönüş. 

Oh Bursa’da olmak ne büyük mutluluk, bilemezsiniz.

Yok acaba bilir misiniz?

Ah Erdem bey, ah, nerede o 1960 lardaki İstanbul, nerede bugünkü ızdırap içinde dolaşabildiğimiz, ulaşamadığımız  İstanbul.