MUHASEBE DENETİM VE FARE İLİŞKİSİ

Muhasebe-denetim ve fare ilişkisi

Muhasebe-denetim ve fare ilişkisi

Efendiiiim, bu hafta Cuma, Cumartesi ve Pazar günü üç tam gün bağımsız denetim konusunda yapılan bir seminere, bir çok yeminli mali müşavirle birlikte ben de katıldım. Yani bu yaşta hala derse devam ediyoruz.

Akşam, eve geldim. Bugün de torunlarım bizde idi. Onlarla hasret giderdik. 7 yaşındaki torunum Tanalp,

- "Dede bütün gün seni bekledik, niye gelmedin. Ne güzel gezecek, oynayacaktık, nereden geliyorsun" dedi.

- "Okuldan geliyorum" dedim.

- Sen kaça gidiyorsun?

- "Yirminci sınıfa"

- "Aaa, bak sen ben bire gidiyorum. Daha önce ana okuluna gittik. Ben ne zorluklarla bire geçtim biliyor musun? Sen hala mı okuyorsun" dedi.

Biraz güldüm.

Devam ettiğimiz seminer ise çok ama çok güzeldi. Bağımsız denetim ve raporlama ile ilgili idi. Sunumu yapan hazırlayan, Prof. DR. Necdet Sağlam idi. Burada paylaşacaklarımı reklam olsun diye söylemiyorum. Uzun yıllardır, bu kadar güzel ve akıcı bir sunumla karşılaşmamıştım. Necdet Sağlam, üç gün, hiç kimseyi sıkmadan ve konuyu çok güzel açıklayarak, kimseyi uyutmadan dinletti.

Tabii böyle bir sunum için arada bir, bir takım anekdotlar veya hikayeler de gerekir. Daha önce Denizli'de anlatmış olduğu ve sonra Denizli gazetelerinden birinde yayınlanmış olan bir anıyı bize de anlattı.

Miki Fare için resim sonucu. Boyutu: 252 x 160. Kaynak: www.milliyet.com.tr

Kaynak görüntüyü göster

Bağımsız Denetçiler Zonguldak Kozlu'daki Türkiye Taşkömürü işletmesinin denetimini yapmaktadırlar. Denetimin gereği olarak muhasebeci ve ilgililere, madeni gezmek istediklerini söylerler. Muhasebeciler madene inmediklerini, fakat denetçilerle bir ekibi indirebileceklerini bildirirler. Al takke ver külah toplamda 8-10 kişilik bir ekip seçilir ve madene inmek üzere asansöre giderler.

Meğer aynı asansörle insan indirip çıkardıkları gibi, kömürü de taşıyorlarmış. Çok güzel bir şekilde daha asansöre binerken güzel, siyah renge bürünmeye başlarlar. Maden 600 metre derinlikte galeriler halindedir.

Her şey hava ile çalışmakta, elektrik veya başka enerji şekilleri kullanılmamaktadır. Çünkü her an bir patlama olabilir. Galeride kesif bir toz bulutu vardır. Bu toz bulutu nedir diye sorulduğunda, grizu gazı gibi bir takım cevaplar verilir. Bu arada denetim ekibinin dikkatini, galerinin tavanında asılı yemek kapları veya torbaları çeker. Bunlar ne dendiğinde yemek olduğu söylenir. Peki niye asılı duruyorlar sorusunun karşılığı ise fareler yemesin diye cevabı verilir.

600 metre derinlikte fare ne arar, niye bulunur, sorusu tabii ki sorulur.

El cevap: Aslında burada fare yoktu ama biz getirdik. Çünkü fareler herhangi bir tehlike olduğunda bizlerden veya aletlerden önce tesbit ediyor ve kaçmaya başlıyor, fareler kaçmaya başladığında da biz de ya tedbir almaya çalışıyor veya canımızı kurtarmak için biz de kaçıyoruz. Bu sebeple fareleri de biz besliyoruz. Ama bizim beslememizden başka bulurlarsa yiyeceklerimizi de almaya çalışıyorlar.

Son zamanlarda Avrupa birliği kriterleri dolayısıyla Cumartesi Pazar günleri çalışmak yok. Tabii ki, bizler olmayınca fareler iki gün aç kalıyorlar. Pazartesi günü geldiğimizde, bütün fare kolonisi, asansörün kapısında büyük bir hasretle bizi bekliyor, hani ellerinden gelse hoş geldiniz deyip sarılıp öpecekler. Karınlarını doyuruyor ve onların vazifelerine devam etmesini sağlıyoruz. Farelerle böyle bir ilişkimiz var.

Tabii ki, maden ocağı çalışanları ve madenin bağımsız denetiminden dolayı da Bağımsız Denetim ile Fare ilişkisi kurulmuş oluyor.


FARE VE SİNEMA İLİŞKİSİ

Bağımsız Denetim dersinde yukarıdaki olay anlatılınca, Yeminli Mali Müşavir arkadaşlarımızdan üstadlarımızdan biri de gülmeye başladı. Benim de bir fare hikayem var dedi.

Bursa'daki Tayyare sinemasını bilir misiniz?

Bursa Tayyare Sineması için resim sonucu. Boyutu: 244 x 160. Kaynak: www.bagimsizhavacilar.com

Tayyare sineması sinema iken ve gayet meşhur iken ben çok genç yaşlarda bir muhasebecinin yanında çalışıyordum. Tayyare sinemasının muhasebesini tutuyorduk. Sinemanın sahibi NEVZAT BEYAMCA idi. İşinde çok ciddi idi. Zaten gerek sinema filmi getirenler, gerek belediye ve gerekse devlete verilen harçlar ve bilet satışı açısından ciddi olmak zorunda idiler.

Bir gün, hesapları incelerken 5 (beş) kg. et veya kıyma faturası gördüm. NEVZAT BEYAMCA, bu etin sinema ile ilgisi ne, biliyorsun ilgili olmayan masraf gider yazılamaz. Ben bunu kabul etmem dedim.

NEVZAT BEYAMCA güldü. "Evladım, sen onu yaz. O işletme gideridir."

"Neden ama amca" dedim.

"Evladım, sinemada fareler var. Ne yapsak başa çıkamıyoruz. Koltukların derilerini yiyorlar. Biz de böyle bir çare bulduk. Et veya kıyma alıyor, bunu sinemanın muhtelif köşelerine bırakıyoruz, onlar da yiyecek buldukları için bizim koltuk derilerini yemiyorlar."

Böylece fare ile sinema ilişkisini de öğrenmiş olduk.

 

BİR UYURGEZERLİK HİKAYESİ

Bağımsız denetim semineri esnasında, bir ara uyurgezer lafı da geçti. Derhal yıllar yıllar öncesi, İstanbul'da Sultanahmet'te kaldığım yurtta yaşadığımız bir olay ve yaptığımız bir muziplik aklımıza geldi.

Uyurgezer

Gedikpaşa'da ahşap özel, bir yurtta kalıyoruz. Bursa'dan olduğu gibi yurdun muhtelif yerlerinden üniversite öğrencileri ile birlikte kalıyorduk. Akşamları tahtakuruları ile harp mi dersiniz, kışın sabahları kalktığınızda gerek cam aralarından veya gerekse kırık camlardan odanın ortasında bir öbek kar ile mi uyanmak mı dersiniz? O yıllarda yurt çok ama çok az idi ve devlet yurtlarına girmek de çok zordu. Bizim gibi Bahar mahallesinden gelenlerin ise tanıdığı olmadığı için daha da zordu.

Ama gençlik işte. Kendimize eğlenecek muziplikler çıkarabiliyor ve hayata tatlı bakmaya çalışıyorduk. İşte ben ve Bursa'lı arkadaşlarımızın bir başka arkadaşa yaptığı oyun veya muziplik..

Ben her gece saat 11 de yatar. Saat üçte kalkar, tuvalete giderdim. Artık ezberlediğim için uykum bozulmasın diye gözlerimi de açmadan tuvalete giderdim. Karşı odada da Bursa'lı arkadaşlar var. Şimdiki Doktor Muzaffer Kınık, Avukat Halil Şeker, Gümrükçü Turan gibi Bursalı arkadaşlar.

Ayrıca başka şehirden bir arkadaş daha var. İsmini hatırlamıyorum şimdi. O arkadaş beni gözüm kapalı gittiğimi ve geri döndüğümü görünce, bu ne iş diye sormuş. Bizim Bursalılar da Bursalılıklarını yapmışlar. Aman demişler, o arkadaş uyur gezerdir. Dikkat et, sakın önüne geçme, bir şey söyleme , aman ha.

Tabii, durumu bana da haber verdiler. Hemen güzel bir komplo hazırladık. Gündüzden karşı odada çok büyük bir keşif yaptım. Duvardaki çivilerin nerede olduğunu, hangi karyolanın üzerinde hatta demirlerinin üzerinde rahatça yürünebileceğini,, eldeki bir havluyu atınca hangi çiviye asılı kalacağını gibi büyük bir çalışma yaptım.

Gece, saat üçte ben çıktım. Yarı kapalı gözle, karşı odadakilerin beni seyrettiklerini gördüm. Bir ara birisi ses çıkardı. Tabii ben hemen o odaya yöneldim. Yine gözlerim kapalı. Elimi sağa uzattım. Bir havlu aldım. Attım. Havlu çiviye takıldı. Karyolanın demirleri üzerinde yürüdüm. O arkadaşa doğru elimi uzattım. Sonra odama döndüm. Arkadaş, bir kaçtı, bir kaçtı ki. İki-üç gün yurda gelmedi.

Sonra, ah sonra, arkadaş konuyu öğrenmiş. Elinde bir sopa ile bizi birazcık kovaladı, sonra hep beraber güldük.

Yani Bağımsız Denetim derslerinden bakın nereye geldik.