İpekiş olarak yatırımları yaptık.
O zamanlar, Devlet Planlama Teşkilatı yatırım yapanların yükümlülüklerini tamamlamasını çok dikkatle takip ediyordu.
Biz ilk ihracatımızı yaptık ama ihracat taahhüdümüz çok fazla. Nasıl tamamlayacağız diye düşünüyoruz. Ben harıl harıl bütün mevzuatı karıştırıyorum, yasalarda bir uygun çözüm bulmaya çalışıyorum. "Buldum, buldum."
Ama Arşimet gibi hamamdan fırlamadım.
O sıralarda sık sık görüştüğümüz, bazan iş yaptığımız genç bir iş adamı var. Özhan Canaydın. Yılda 8 milyon dolarlık ihracat yapıyor. Firması devamlı büyüyor.
Bizim taahhüdümüzü tamamlamak için başka tekstil ürünleri de ihraç edebileceğimizi ve bu ihracatların yatırım ihracatı olarak sayılabileceğini buldum çok şükür.
Özhan Canaydın bize geliyor. "Ben sizler gibi süper bir firma sahibi değilim. Ben don gömlek yapan zavallı bir sanayiciyim" diyor. Sık sık fabrikasına gidiyoruz. Markalı ürünler yapıyor. Bir de İtalyan ortağı var. O sırada Türkiye, yaptıkları ile özellikle İtalya'nın elinden birçok işi alıyor.
Atılım içinde.
Bu atılımın kahramanlarından biri de Özhan Canaydın.
Sonunda kendisini ikna ettik. Bütün ihracatı bizim firmadan geçiyor. Ama tabii bu onun için sancılı bir süreç. Ben kuralları tam tatbik eden ve ettiren bir insanım.
Özhan bey diyor ki; "Bir cilt faturanızı ve irsaliyenizi bana imzalı olarak verin, siz hiç uğraşmayın. Biz ihracatı da yaparız, her türlü evrakı da hazırlar ve size temiz şekilde teslim ederiz"
Özellikle ben kabul etmiyorum.
Bir gün Genel Müdür beni çağırdı. Aaa, bir de baktım. Özhan Canaydın da içeride. Genel Müdür bana çıkışıyor.
"Sen Özhan beyin yaptığı ihracata mani olmaya çalışıyormuşsun" diyor.
Ben, "yasaların gereği ne ise onu yapıyor ve istiyorum" diyorum.
"Ne olacak, fatura ve irsaliye cildini imzalı olarak versen. Vereceksin" diyor.
"Peki sen imza et, ne istersen yapalım, yalnız benim imzam olmayacak" diyorum.
"Bir imzadan ne olacak" dedi.
"Peki", diyerek, sekreteri çağırdım.
"Bana birkaç A4 mektup kağıdı getir" dedim. Kağıtlar geldi.
"Lütfen kağıda bir imza atın ve bana verin" dedim.
Kağıdın bir kenarına imzasını attı, "bak attım işte" diyor.
"Olmaz" dedim.
"Kağıdı uzattım, bir mektup yazılmış gibi hesap ederek şuraya imza atın" dedim.
Genel Müdür imzayı attı.
Özhan bey de ne olacak diye merakla bekliyor. Kağıdı aldım, arkamı döndüm gidiyorum.
"Cevdet ne oluyor, nereye gidiyorsun" dedi.
"Şimdi, bu kağıda hesaplarınızın olduğu bankayı yazıyorum ve bütün hesaplarınızı benim üzerime devrettiğinizi bildiren bir talimat yazıyorum" dedi. Genel Müdürümüz, şöyle bir durdu. Sekretere bağırıyor ama nasıl,
"Nilgün, hemen bankayı ara Cevdetten gelen talimatı kabul etmesinler" diyor.
Tabii ben kahkahayı bastım. Özhan bey benden beter gülüyor. Genel Müdürümüz paralarını kurtardığına seviniyor, hepsi yasalara uygun olmayan bir davranışın ne olduğunu anladılar.
Özhan Canaydın daha sonra Galatasaray kulübünün efsane başkanı oldu. Kendisini kanser hastalığından kaybettik. Milletçe üzüldük.
Ama beni ne zaman görse "kurnaz muhasebeci seni, ah sen yok musun" derdi. Kurduğu tesisler ölümünden sonra satıldı. Hala tekstil sanayii konusunda da çalışıyorlar.
Gerek Özhan Canaydın’a ve gerekse Genel Müdürümüz Barlas Sumer’e Allah'tan gani gani rahmet diliyorum.